top of page
Yazarın fotoğrafıAslıhan Gürbüz Sevim

İptal Kararları Uygulanmazsa...

Güncelleme tarihi: 22 Şub 2023

Hukuk devletinin belirgin niteliği, hukuk kurallarının, o kuralları düzenleyenler de dahil olmak üzere, her kişi ve kuruluşu bağlaması, kamusal yaşamda görev ve yetkili herkes ve kurumun yargısal denetim altında olmasıdır.


Hukuk devleti ilkesinin kabul edildiği bir devlette, devlet sadece hukuk kuralları koyup, bu kurallara bireylerin uyması ile yetinmez. Devletin kendisi de kurallara uyar ve uymadığı takdirde kendisini denetleyecek yargısal sistemi de oluşturur.


Anayasa’nın 11. maddesi gereğince, Anayasa hükümlerine yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişiler uymak zorundadır.


Anayasa’nın 138. maddesine göre; yasama, yürütme ve idare, mahkeme kararlarına uymakla yükümlüdür. İdare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.


Elbette ki, bir hukuk devletinde idari yargı kararlarının idarece uygulanmaması gibi bir sorunun olmaması en doğru olandır. Bu yüzden, idari yargı kararlarının uygulanmasının zorunlu olduğunun ayrıca düzenlenmesine gerek yoktur.

Ancak, idari yargı mercilerince verilen kararları uygulayacak adli yargıdaki gibi ayrı bir düzenleme ya da ceza yargısındaki gibi bir infaz kurumu olmadığından, verilen kararların uygulanması yine davada taraf olan ve davaya konu işlem veya eylemi gerçekleştiren idarece gerçekleştirilmek zorundadır.


İdari yargıda verilen kararları, yine davalı konumundaki idarenin uygulamakla yükümlü olması, özellikle idarenin aleyhine sonuç çıkan durumlarda, yargı kararlarının uygulanmasını zorlaştırmaktadır.


İptal davası sonucunda; davaya konu idari işlemin iptaline karar verilmesi halinde, idari işlem geçmişe etkili olarak ortadan kalkar, idari işlemin iptali kararı geriye dönük olarak etki doğurur. Diğer bir anlatımla, iptal edilen işlem geçmişte yapıldığı tarihten itibaren hükümsüz hale gelir.


Anayasada belirtilen bu hükümlerin somut olarak uygulanabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28. maddesi getirilmiştir. Buna göre, idare, yargı mercilerinin kararlarının icaplarına göre, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Kararın gereğini yerine getirme süresi, hiç bir şekilde mahkeme kararının idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.


30 günlük süre idarenin mahkeme kararını yerine getirmesi için verilmiş süredir. Nitekim Danıştay bir kararında; “Anayasanın 2. maddesinde yer alan “hukuk devleti” ilkesinin doğal sonucu olarak idarenin mahkeme kararlarını “aynen” ve “gecikmeksizin” uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmadığını, bu kuralın, idareye kararın tebliğ tarihinden başlayıp otuz günün dolmasına kadar süren bir uygulamama yetkisi tanıyan bir hüküm olmadığı”nı belirtmiştir. Aksine her durumda bu sürenin otuz günü aşamayacağını, kararların uygulanması için idarelerin gereksinim duydukları sürenin nihayet otuz günle sınırlı bulunduğunu ifade etmiştir.


“Kanunda zikredilen otuz günlük süre, idarenin kendi iç bünyesinde kararın yerine getirilmesine yönelik varsa alması gereken ara zincir işlem kararları için lazım olan süreler de dahil edilerek belirlenmiş idareye tanınan en son süredir. Aksi düşüncenin kabulü halinde idarenin kendisine tanınan otuz günlük sürenin son gününden başlamak üzere bir takım ara ve usulü işlemler yapmak suretiyle yargı kararlarını yerine getiriyormuş görüntüsüyle süresi belli olmayan biçimde yargı kararının gereklerini yerine getirmekten kaçınmaya olanak tanımak olur ki bu durum Anayasanın 138. ve 2577 sayılı Kanun’un 28. maddelerinde öngörülen kararların icaplarının gecikmeksizin yerine getirilmesi gerektiğini şart koşan yaklaşım ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmaz.” (Danıştay 11. Dairesinin, 17.09.2015 tarihli, 2012/6879 Es. 2015/4223 Kr. Sayılı kararı)


O halde, idare mahkemesi tarafından, kişi lehine verilen bir iptal kararının, idareye tebliği tarihinden itibaren 30 gün içerisinde yerine getirilmesi gerekmektedir.


Yine Danıştay başka bir kararında, “lehine ilam olan ilgilinin ilamın kendisine tebliğinden itibaren 10 yıl içinde idareye başvurarak ilam gereklerinin yerine getirilmesini isteyebileceği”ni belirtmiştir. Yani idare 30 gün içerisinde bu kararı yerine getirmese bile, kişinin lehine olan kararın yerine getirilmesini kendisine tebliğinden itibaren 10 yıl içerisinde isteme hakkı vardır. Ancak, 30 günlük sürede iptal kararının yerine getirilmemesi ile birlikte tazminat isteme hakkı doğacaktır. (Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun, 11.3.2010 tarihli, 2009/744 Es., 2010/473 Kr. sayılı kararı)


İptal kararlarının yerine getirilmemesi durumu, idarenin hareketsiz kalarak hiç işlem yapmaması ya da gereği gibi veya geciktirilerek işlem yapılması veyahut işlemin şeklen ve eksik uygulanması olarak karşımıza çıkar.

Çok açık imkansızlık halleri dışında, (fiilen yerine getirilemiyor olabilir, yıkım kararı gereği bir binanın yıkılması gibi; hukuken yerine getirilemiyor olabilir, bir kadronun tümüyle kaldırılmış olması gibi) idare iptal edilen işlemi geri almıyorsa ya da geri almak için harekete geçmiyorsa bu hiç işlem yapmaması anlamına gelir.


Bazen de idarenin kendi iç bünyesinde kararın yerine getirilmesine yönelik, alması gereken ara işlem kararları varsa işlem gecikebilir. Bu da yargı kararının geciktirilerek veya gereği gibi yerine getirilmemesi durumunu oluşturur.

Ayrıca, yargı kararı yerine getirilir ama biçimsel olarak yerine getirilir. Diyelim ki bir atama işleminin iptali söz konusu. Atama işlemi iptal edilir, kamu personeli eski yerine atanır ama geçici bir görevlendirme ile başka bir yere göreve gönderilebilir. Burada, biçimsel olarak iptal kararına uyulmuştur, ama içerik olarak işlem eksik yerine getirilmiştir.


Bu gibi durumlarda İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28. maddesine göre, idareden tazminat talep etme hakkı doğar. İdarenin 28. maddedeki 30 günlük süreyi aşması halinde, idare bakımından ağır bir hizmet kusuru oluşur. Kişinin idarenin hizmet kusuru nedeniyle mal varlığında meydana gelen eksilme varsa maddi tazminat ve bu nedenle duyduğu her türlü sıkıntı ve üzüntü manevi tazminat olarak ödenmek zorundadır.


Anayasanın 40.3. maddesindeki “Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.” hükmü gereğince, kamu görevlisinden kaynaklanan nedenlerle işlem yapılmamasından doğan, maddi ve manevi zararın tazmini idareye tarafından yapılır. İdarenin kamu görevlisine bu zararı rücu etme (yani bu zararı isteme) hakkı vardır.


Diğer taraftan, idari yargı kararlarının uygulanmaması sonucunda, idare aleyhine tazminat sorumluluğuna gidilebileceği gibi, kararı uygulamayan kamu görevlisi açısından cezai sorumluluk da doğabilir. İdari yargı kararının; İYUK m.28.4’teki düzenleme gereğince, süresi içerisinde kamu görevlisi tarafından yerine getirilmemesi halinde, kararın gereğini yerine getirmeyen kamu görevlisi bakımından, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçu oluşabilir.


İdari yargı kararının İYUK m.28.1’de öngörülen sürede yerine getirilmemesi durumunda, ihmali hareketle görevi kötüye kullanma suçu, karar süresi içinde uygulansa bile geçerli gerekçe olmaksızın kararı etkisiz hale getirecek başkaca idari işlemler tesis edilmesi halinde ise icrai hareketle görevi kötüye kullanma suçu işlenmiş olur.


Faydalı olsun umarım…


Av. Aslıhan Gürbüz Sevim



Yararlanılan Kaynaklar


© Bu sitedeki yazılar, yazar adı ve site kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

248 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2_Post
bottom of page